Etrafınızda birçok arkadaşınız vardır. Var olan ilişkisinden bahseden ve bahsederken onu öven veya yeren; var olmayan ilişkisinden bahseden ve bu durumdan memnuniyet duyan veya yakınan. Her ihtimalde hepimiz anlatacak bir şeyleri vardır sevmek üzerine. Ancak tüm bu dertli -dertsiz ve de ilginç arkadaş mozaiğinin içinde öyle bir bölüm vardır ki, onların durumlarını tanımlayabilmek için Karl Marx yaklaşık 150-200 yıll evvelden epey bir kafa yormuş. Çok da beğendiğim ifadesi şöyledir: “Sevgi yalnız bir insana bağlılık değildir. Bir tutumdur. Kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek kimseyi seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir.”
İnsan yalnız bir tek kimseyi sevebilir mi? Bu soruyu, ” Hiç müziği sevmeyen insan olur mu? ” sorusuyla özdeş gariplikte ve olasılıksızlıkta buluyorum. Yazımın okunma şansına sahip olduğu bünyelerden hayır cevabının yükseldiğini duyar gibiyim ancak gerçekte durum böyle değil. Zamanında çok büyük laflar edip, karşısına çıkan birine körü körüne bağlanmış ve kendisine bahşedilen diğer tüm sevgi kanallarını ucuz çaputlarla tıkamış ve değer bulduğu kökleri kurumaya yüz tutmuş şekilde terk eden insanlara tanık oldum. Aşık olmanın arkasına sığınan insanlar- diyeceğim ama aşk, aşık olmak, aşık kelimelerini çok da kullanmak istemiyorum açıkçası. Zira aslolanın, ancak ve ancak sevgi kisvesi altında tartışılabileceğini ve hakkında yorum yapılabileceğini düşünüyorum.
Sorgusuz, sualsiz, nedensiz ama asla akıl almaz olmayan bir biçimde doğumdan itibaren -hatta doğumdan da önce- gerçekleştirdiğimiz bu eylemin özel bir hali bence aşk. Sevginin ve sevmenin bir eylem olup olmadığı da ayrı bir konu ya neyse… Bunlar benim zihnimde şu mekanizmayla işliyor: Lise yıllarından kalan veya hala başınızda bir dert olarak gördüğünüz matematik bilgilerinizi bir canlandırın. Sevgi, tanım kümesini oluşturan faktör olsun. Çünkü bahsi geçen konuların en başında tüm anaçlığıyla bize kucak açan bir o var. Aşk, onun bir fonksiyonu olarak karşımıza çıkar. Burada bir eşlenme ve uyum söz konusudur. İsterseniz kümeler arasındaki oklara da mitolojik bir değer katıp evet, onlar da olsa olsa Eros’un oklarıdır diyebilirsiniz… Bir fonksiyonun fonksiyon sayılabilmesi için tanım kümesindeki bir elemanın değer kümesinde yalnız bir elemanla eşleşmesi gerekmektedir. İşte bunu hepimizde bulunan sadakat gereksinmesine benzetebiliriz. Birden fazla eşleşmenin olduğu durumlarda bunun bir fonksiyon olarak kabul edilemeyeceğini düşünürsek, bu durumun da aldatılmış tarafın ” Ben böyle fonksiyonu daa, aşkı daa, o okları daa ” şeklindeki yakınışları eşliğinde kümeleri darmadağın edip her şeyi silmesine benzer bir durum teşkil ettiğini görürüz.
Sevgi-aşk arasındaki zihnimdeki ilişkiyi de formülize ettiğime göre bunun farklı boyutlarına nail olmuş kimselerden bahsetmeye devam edebilirim.
Çok uyumlu olduğunuz kişiyi, onlarca hayal kırıklığı ardından bulmuş olabilirsiniz. Hatta bir daha böyle bir şansın size denk gelmeyeceğini düşünüyor da olabilirsiniz. Ancak sandığınız durum sevgiden öte alışkanlığa, bağlılıktan öte bağımlılığa dönüşmüşse çanlar sizin için çalıyor demektir. Bir kız düşünün… Tek başınayken yolda gördüğü bir erkek arkadaşına selam vermek konusunda tedirgin. Bir başka gün. Bu sefer kızın yanında sevgilisi var. Erkek arkadaşa selam vermek mi? Kız selamın s’sini, sesini tamamen unutmuş durumda. Diğer bir gün. Kızın yanında yine sevgilisi var ancak bu sefer erkek arkadaşı da sevgilisi ile birlikte. Heh, bu sefer olacak galiba. Bakalııım, insanlık ve medeniyete doğru atılan bir adım mı geliyoooor? Evvet!.. Hafif bir tebessüm eşliğinde başı 45 derecelik açıyla eğme şeklinde de olsa selam selamdır. Var mı böyle bir şey? Evet, var. Tek başına iken insan yerine koyup selam vermediği arkadaşı değil, insanlığından kaybeden kendisidir.
Çift olmayı karıştırmayın. Çift olmak ‘bir’ olmak değil, ‘bir’likte kalabilmektir.
Diğer türlü siz de Marx’ın genişletilmiş benciller tanımına iyi birer örnek olursunuz.
Aşk bir tutumdur, bir kişilik yapısıdır.
Marx’ın, 1844 Felsefi Elyazmaları’nda yer alan ve genişletilmiş bencillik yerine bir yaşam biçimi olarak aşka işaret ettiği ifadesi tam olarak şöyledir: “Sevgi yalnız bir insana bağlılık değildir. Bir tutumdur. Kişinin yalnız bir sevgi nesnesine değil, bütünüyle dünyaya bağlılığını gösteren bir kişilik yapısıdır. Kişi yalnız bir tek kimseyi seviyor, başka her şeye karşı ilgisiz kalıyorsa sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir.”
Her şeyin hazırının emek harcanmadan tüketildiği, “fast food” eğilimlilerin sabırsız dünyasında, aşkın kişisel birkaç ritüele indirgendiği, hatta 14 Şubat’ta olduğu gibi tüketim çılgınlığı içinde tüketilen bir öğeye dönüştüğü koşullarda, zaman aşımına uğramamış olan Marx’ın ifadeleri, aşkı sabırla ve emekle ilişkilendiriyor ve deyim yerindeyse, kollarımıza tüm halkın sığdığı bir aşk tanımı yapıyor.
Kapitalizmi “insanlık öncesi son toplum biçimi” olarak tanımlayan Marx, “Aşk insanı yeniden insan yapıyor” diyerek, kapitalizme itirazla ve yeniden insanlaşmayla aşkın ilintisini kuruyor. İnsanlaşma ve güzelleşme yolundaki bu mücadelenin nasıl bir emek gerektirdiğini Michelangelo’nun, “Mermere sıkışmış bir melek gördüm. Ve onu özgürlüğüne kavuşturuncaya dek mermeri oydum” biçimindeki sanatsal tanımında bulabiliriz.